RADYO'YU Dinlemek icin Radyo cubugundan SESi ACIN. Türkü Radyo iki ayri serverden yayin yaptigi icin acik olan radyoyu secin.


iSTEKLERiNiZ için Lütfen BURAYA TIKLAYINIZ


   
  Yigit Harun
  Mustafa CEYLAN
 

Şairimiz Harun YİĞİT’ in ŞİİRSEL YOLCULUĞU

Mustafa CEYLAN
ein Bild

YORUM: 1

“Manzum Bir Anlatımla”

Mustafa CEYLAN

“Güzel gözlerine kurban olduğum
Seni sevdim diye taşlama beni
Tatlı sözlerine hasret kaldığım
Anlamsız satıra başlama beni

Sevgi tohumunu gönlüme eken
Gurbet elde her an içimi yakan
Güneşli gündüzde aramaz iken
Karanlık gecede düşleme beni

Yiğit’im umut beklemem tenden
Sevgiden başka ne isterim senden
Sıcacık gönlünü saklarken benden
Alıp yastığına işleme beni…”

**

“Bir güzel gözlüye olurum kurban”
Diyen, Harun Yiğit;
……………………dile bak dile…

Çeşmenin başında Karacaoğlan
Sevdayı haykıran
…………………….tele bak tele…

Gurbetten sılaya akıyor her an
Arı, duru coşan
……………………..sele bak sele…

Yaprağında ateş, başında duman
Yunus Emre kokan
……………………..güle bak güle…

Aşkın deryasına düşüp çırpınan
Bir inip bir çıkan
……………………..ele bak ele

Kimdir acep bunu diyen
Hasret gömleğini giyen?
Anlatayım gelin size
Selam bizden cümlenize:

**

1961 yılının mayısında
Konya, Ilgın, Beykonak sabahında
………………………….Dünyaya gelmiş Yiğit…
Kalemle, fırçayla, koca yürekle
Mısrayla, renkle, düşle, gerçekle
…………………………..Zamanı delmiş Yiğit…
Özlem tokmağını yedikçe dostlar
…………………………...Düzelmiş, düzelmiş Yiğit

Sonra, tanımış birer birer şairleri
Can Yoksul, Osman Dağlı şiirleri
Bir tutmuş kelimeyle resimleri
Ve canında çiçek olup açmış
Burcu burcu Anadolu Türküleri,
Sanki türkülere has
…………………………….Türkülere özelmiş Yiğit

Yazmış, çizmiş, boyamış
Gurbet yastığına başın dayamış
Kader rüzgârının kanatlarında
Düştüğü yer Almanya’ ymış…

Bir yüreğe girmeye görsün gökkuşağının yedi rengi. Hele hele o yürek, tutkunsa renklerin dansına, başlar renklerle dans etmeye. Yedi renkten yetmişbin renge ulaşıverir bir anda… Gözden gönüle girer renk cümbüşüyle. Gönülde manzara olur, bakış bakış dökülür tuvaller üstüne…Nakış nakış mısra olur düşer şiir üstüne…

Daha küçümen bir yaşta iken resim sanatına ilgi duyan Yiğit kardeş de 1982’ de ilk resim sergisini açar. Sergilerle kentleri ve insanları buluşturur. Bir mübârek koşudur gider. O şehir senin, bu şehir benim… Almanya’ da 50’ nin üstünde şehre ulaşır sergi sergi. Paletinde yüreğinin canhıraş feryadı vardır. Göz görür, el çalışır, yürek gümbürder dostumuzda…

Bazen rengin, fırçanın, paletin gücü yetmez olur... İçinin balkonlarında açan çiçekleri güzel dilinin arı, duru söylemiyle başlar mısralar halinde kâğıtlara yazmaya…

Şiir denen efsunkâr sevgilinin düşer peşine. Şiirin gücü, resmin gücünü çoktan geçmiştir. Anlar bunu… Sözcüklerle resim yapmaya başlar… Şiir koşar, peşinde gölgedir Harun Yiğit; koş babam koş… Yakalamaya çalışır. Yakaladım dediğinde bir de baksa şiir ondan kilometrelerce uzaktadır. Oturur ağlar, yüreğinin gümbürtüsünden kulakları dayanılmaz ağrılar çeker. Çeker ya, bu kere sarılır fırçaya, boyalara, çizgilere…

Bir zaman resim, bir zaman şiir… İkisinin arasında tahteravalli oynar Yiğit dost… Bir iner, bir çıkar… 1986’ da İsviçre’ de düzenlenen Barış yılı resim yarışmasında ikinci olur. Sonra ödüller peşpeşine gelir de gelir…
Ama, şiir… Ya güzelim şiir… O güzelim şiirle yanar, tutuşur, kelime kuyumcusu olma gayretine düşer… Ağlayışı ondandır. Yalnız kalışı ondan.
Sözleri ona…

Der ki:

“Ağlmak
Kadınlara özgü sanma.
Benim de
Etten yapılı yüreğim var.
Çok geceler
Avuçlarımın arasında başım
Düşer
Dizlerimin üstüne gözyaşım.

Yalnızlık
Başımın belası
Cehenneme döner yüreğim
Sarar bedenimi harlı ateş
Yanarım.
Çok geceler,
Avuçlarımın arasında başım
Düşer, dizlerimin üstüne göz yaşım…

Harun kardeşim benim
Has bir dosttur o
Canda candır…

Bakarsın bir şiirine
Ala bahar içinde, mavi gökler üstünde
Gönül ufkumuzda uçan kartaldır
Ya da
Çeşme başında sazı göğsünde
Ölümsüz Karacaoğlan’ dır…

Okursun mısralarını, mıknatıs sözcüklerle
Çeker çeker şiirinin sinesine
Özlem yağmurunda ıslatır yüreğinizi
Memleket kaygısında kavurur ciğerinizi
O adam gibi adam
O yiğit bir insandır…

Gökyüzüne vurgundur en çok
Sonra buğu buğu gülen toprağa
Depreştiğinde acıları
Bulutlar içine gömer alnını
Dağlar üstünde bulur adımlarını
Sonsuzluğun şarkısı olmak ister
Sevdalı bir cihandır o…

Şiir kuşu sonsuzluğa kanat açar
Düşer dilinin söz ufkuna
İçinin girdabına düşer de
Şöyle seslenir:

**

“Dün gece
yine acılarım depreşti
Kaynadıkça kaynadım
İçim içime sığmadı
Çatladı her yerinden vücudum
patladım volkan gibi
Yükseldim gökyüzüne

Sen
acılarımın koyağı
eyy nazlı yâr
Kaldır alnını
bak gökyüzüne
Gökyüzünden akacağım alnına
öpmek için
dudaklarına kayacağım
onbin yerinden
onbin defa ısırmak için
sana ulaşacağım

Onbin çiçeğin özünden aldım
özümle karıştırıp
alasın diye sana uzattım
Bütün kötülüklere inat
aşka dair ne varsa
yaşamak için
Bir elimde ateş
Bir elimde su
Haydi al
birlikte içelim
ateşle suyu…

**

Aşka dair ne varsa yaşatmak için onbin çiçeğin özünden aldıklarıyla özünü harman eden ozanca gönüle bakın hele… Ateşle suyu tutar ellerinde…
Toprak ayaklarında nasıl olsa… Hava yanık ciğerlerinde… 4 unsur nazariyesini aşkın – aşkının özü yapar, yaşatmak için güzellikleri…
Yıkmaya değil, yapmaya, gönül evini şen tutmaya taliptir Yiğit…

Söz sultanına teslim olan kalemi, sanat yapmak için cümleleri eğip bükmez.
Dolambaçlı yollar ve çıkmaz sokaklarda nefes almaz şair… Apaçıktır, alenidir söylemleri…
Toplumsal gerçekten, manevi mutluluğa yuvarlanır çoğu kere…

Kimi zaman da Pirsultanlaşır…
Zam mı geldi, insanlar çile mi çekiyor, basar isyânı…
Ozan yüreğinin, tarihin içinden alıp kendine görev addettiği sorumluluğunu yansıtır…

Önce insan diyen şairimiz, ışık-aşk ve umut olmak ister insanlara…
Rehber olarak ilim yeterdir ona… İlm ile arif olan kişilere tutkundur. İnsanoğlunun dünyadaki asli hedeflerinden birisinin “kâmil insan” olma yolunda çalışması olduğunu söyler. Ağız karanlığında saklı duran dil yayından çıkmış sözleri beş kere düşünüp söylemelidir kişi oğlu der…

Geliniz dostlar, Yiğit’ imizin bu söylediklerimi anlatan şiirine bir göz atalım. Olmaz mı?

“Sana derim sana ey insan oğlu
Rehberin olmadan yollara düşme
Rehber bil ilimi yürü yolunda
Yobazın açtığı kollara düşme

Bilmediğini git arife danış
Sen de kemale er kamile dönüş
Beş kere düşünüp bir defa konuş
Boş yere konuşup dillere düşme

Kendin hazırlama kendi girdabın
Yiğit'im bilmeli işin erbabın
Senden çok bilgili olsun ahbabın
Cahilin düştüğü hallere düşme...”

**

Hep söylemişimdir cümle dostlara… Heceyi bilmeyen, hece vezninin inceliklerini bilmeyen, maalesef serbest vezin şiirde başarılı olamıyor diye…
Harun kardeş, hece’ de usta… Serbest vezindeki yalınlığı ve başarısı da bu ustalıktan geliyor. Serbest vezin şiirlerindeki ritm-ahenk ve kulağa hoş gelen uyum işte bundan kaynaklanmaktadır…

Rahmetli üstadım Arif Nihat ASYA’ nın “Bayrak” şiiri serbest vezin bir şiirdir. Ama okuyun o muhteşem şiiri. Sanki hece, sanki aruzla yazılmış…
O dev şiiri dev yapan söylemin güzelliğpi yanında uyum-ritm ve ahenk değil midir?

**

Can dost Harun Yiğit, öğretmeni için kaleme aldığı şiire girmeden önce bakınız neler diyor:

“Bu gün 24 Kasım Öğretmenler günü. Bu şiiri bulunduğum yerde Erdoğan Eren ögretmene armağan olarak yazmıştım.
Nice bayan, bay Erdoğan ögretmelere ithaf olunur 24 Kasim ögretmenler gününü yürekten kutlarim

Saygilarimla
Harun Yigit”

Dedikten sonra giriyor şiirin altın kanatları altına… Diyor ki:

ERDOĞAN ÖĞRETMENE

Arının yaptığı sarı bal gibi
Öğretmenim,sen öğrettin dilimi
Hece, hece sardın bizi dal gibi
Öğretmenim, sen tutturdun elimi

Güneş gibi sıcak denizden yüce
Öğrenip seninle eriştim güce
Kalplerde gezersin gündüzle gece
Öğretmenim, sen gösterdin yolumu

Satır, satır güzel sözler derensin
Nice çocuklara bilge verensin
Bad Pyrmont'da sen Erdoğan Eren'sin
Öğretmenim, sen coşturdun selimi

Duygu dolu nice şarkı gibisin
Türkiye’min dönen çarkı gibisin
Yiğit'im gönlümün parkı gibisin
Öğretmenim, sen açtırdın gülümü...”

**

Evet dostlar Harun Yiğit işte bu… Gurbetten sılaya seslenen bir nefes… Bir gönül adamı… Sevgi adamı… Savaş ve öfkenin, kin ve nefretin adamı değil…
Barışın, dostluğun has adamı… Ona bu duyguyu veren de doğduğu Konya’ nın Ilgın İlçesi’ nin coğrafyasıdır. Ana kucağıdır… Baba ocağıdır…

Beyin deposunu dolduran dünya olaylarının üstündeki örtüyü duygularıyla kaldırır ve barış dolu bir evren çizmeye başlar elleriyle, kalemiyle, fırçasıyla… Gecenin amansız ve gizemli mavisinde ayrılıkları yaşar şair…
Yalnız kalışını, sevdiğinden ayrılışının acısını yaşar. İnler içten içe… Bazı dağlar vardır, içinde büyük uğultularla akıp giden ırmaklar saklıdır. Göremez her göz onu. Dağ der geçer dil.
İşte Harun Yiğit’in yüreği o içinden ırmaklar akan dağ kesilir yalnız gecelerde. Düşer denizlere… Atar kendini yalnızlar okyanusuna… Kolayv değildir fırtınalı denizde acılarla kucaklaşmadan bir başına dolanmak… Aslında hayat kolay değildir. O sebeple sevmek ve dayanışma içinde bulunmak gerek…

Şairimiz dostuna “güle güle kaptan” derken bu duyguları bir şiirinde bizlere sunar:

“Yürek ister
fırtınalı denizlerde dolaşmaya
Kolay mı sandın?
Acılarla kucaklaşmadan
gökyüzünün mavisine ulaşmayı

Şafak sökmeden önceydi
en karanlık anım
Ölmek üzereydim
vahanın yeşilini uzaktan gördüğümde

Bir gece
karanlık ortasında
bir başıma ve yalnız bırakmıştın
El bile sallamadan
hani çekip gitmiştin
açmıştın yelkenini
başka sevda denizine

Kan aksa da gül yaprağından
bin gül tomurcuklanır
tarımar olmuş
gönül bahçemin toprağından

Yelken açmışken başka denizlere
güle güle kaptan
güle güle
Bekleme beni…”

**

Kırmızı gülün alı var diye bir türkümüz var… Ancak o gülün alında gülün hali de vardır, öyle mi? Öyle! Bunu şairimiz şiirinde “Kan aksa da gül yaprağından” diye terennüm edivermiş…
Ancak gönül yücedir ve gönül toprağı nice gül tomurcuğuna gebedir. Yeniden doğuşa, dirilişe…

Sonrası mı cancağızım? Sonrası şu, Harun’ un şiirsel yolculuğunda, sonrası şu:
Beyin deposunu dolduran dünya olaylarının üstündeki örtüyü duygularıyla kaldırır ve barış dolu bir evren çizmeye başlar elleriyle, kalemiyle, fırçasıyla… Zamların gelişini ne de güzel iğneler. “Bu zam size az geliyor” deyişine bakın bir:

“Neyinize kafa yormak
Size düşmez hesap sormak
Eğer yoksa birlik olmak
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Düşünmeden oy attınız
Yan gelerek hep yattınız
Derdinize dert kattınız
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Başa bakan iyi vallah
Düzeldi her şey maşallah
Bastır bakan, zamı yallah
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Kalkınmalı plan falan
Çekemeyen desin talan
İnanma sen hepsi yalan
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Kemerlerde delik boldur
Tükenirse git de deldir
Bulamazsan etek kaldır
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Problem mi şu yakacak
Varsın sönsün yanan ocak
Aç kalana kim bakacak
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Yarın Allah kerim dersin
Her şey varsa ne istersin
Yoksa neden şükredersin
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

YİĞİT’imi kızdırmayın
Daha çokça yazdırmayın
Bu hicivi bozdurmayın
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor…….”

**

İğneleme sanatının en güzel örneği olan bu zam hicvi gerçekten hoş… İğneyi zam yapana değil de önce o zam yapanı o mevkilere getiren bize-halka yapıyor şair. Sonra, dayanamıyor ve “kızdırmayın beni” diyor…

Türk Halk Şiiri ile çağdaş şiir arasında bir noktada Yiğit… Bir bakmışsınız ozan, bir bakmışsınız duygusal ve romantik bir şair… Her ikisini de kendi bünyesinde derleyip toplamış böylesi şairi az bulursunuz.
Her ikisi ile de barışıktır. Renkleri seviyor ya… Kelimeleri de… Mısralarını dar alanda çok ve anlamlı söylemler ifadesinde başarılı bir şekilde kullanmasını biliyor…

Şairin bir “İstanbul” başlıklı şiiri var ki, benim için hece ve serbest vezin barışını sağlamış bir şiirdir. Serbest vezin şiirde hecenin kıvrak dansından faydalanmasını bilen bir şiir. Şimdi hep birlikte o şiire bir göz atalım, olmaz mı?

“Ey İstanbul

düşlerimde süsleyip geldim sana
darmadağın olmuşun
iki denizin arasında
iki kıta ortasında
sen, yedi tepeli şehir
uygarlıklar beşik oldu kapında
yedi veren güller açmış tepende

Ey İstanbul
kaç bin yılın yorgunluğunu taşırsın
iki kıtada
bir koca şehir değilsin yalnız
kitap, kitap yazılan
tablo, tablo çizilen
sanat, sanat büyüyüp
öbek, öbek ezilen
sen Anadolu’nun koca tarihi
nice güzelliklerin gömülmüş günlere
kapını açmışsın
yetmiş iki milletten canlara
kapını açmışsın
nice dinlere
ne yiğitler arkasından vuruldu
tarih boyu nice canlar serildi
toprak bile acısından yarıldı
kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

nefesin kesilmiş
soluk soluğasın
kansere yakalanmış akciğerin
yeşilliğin nerende
dert akıyor derende
uyan artık İstanbul
irin vardır yaranda
öbek, öbek beton yığınısın
motor gürültüleri
vapur sirenlerisin beynimde
katar, katar taşıt
boğuk, boğuk zehir
kirli, kirli gökyüzüsün
süslü püslü nice bulvarların
ışıklı vitrinlerin var
nice caddelerin
bir kocaman çöplük
içi başka
dışı başka pislik
İçte saklı gümanın
eksik olmaz dumanın
ey İstanbul düşenlere
yok mu senin amanın

yol kenarında eli silahlı
tabela hırsızların var ya
beni bile
parçalayıp satacaklardı
hurdacılara
bağırmak istedim avazım çıkmaz
damarım kestiler kanlarım akmaz
düştüm sokağında kimseler bakmaz
kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

dostluk kurmuş
köpeklerle kediler
günübirlik yaşamanın keyfiyle
sokaklarının proleteri olmuşlar
diyecek yok hallerine
jigoloların
fahişelerin sesleri yükseliyor kum kapıdan
güneş erken ışığını devirmiş
sarhoşların içip içip bağırmış
kapanmışın karanlıkta kendine
yüzünü ay bile senden çevirmiş
orospularının cinsiyeti belli değil
eğil, İstanbul eğil
sövül İstanbul sövül
boğul İstanbul boğul
boğul ki
yeniden dirilesin

Eyy İstanbul
sokaklarında
çıplak ayaklı, yarınsız çocukların
çapaklı gözlerinde
bilmem kaç gecenin acısı saklı
bilmem kaç günün
yorgunluğunu taşıyor
kirli elbiseleri altındaki vücutları
küçücük ellerini açmışlar
dilenirken eksik değildi
yüzlerinde yoksulluğun utancı
taşın altın toprağın olsa inci
sende değil ülkemdedir bu sancı
kalk İstanbul kalk da bir bak kendine

bir adam gördüm
semeri sırtında
yükü kendinden ağır
tırmanırken yokuşu
düşüyordu alnından teri
yırtılmış pabuçlarının ucuna
acıları karışır mı acına
akbabalar yuva yaptı gecene
Kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

ne hayallerle gelmiştim sana
neler gördüm neler sende
al yuvarlar mısın kanda
her gün biraz daha kötü
hayal oldun nice canda
parklarında dolaşırken
kucaklayıp sarıldığım ağacın
kucak, kucak dalları var sandım
kanattı dudaklarımı
eğilip öptüğüm al, al güllerin
kaç gün oldu sana geleli
ya ben farklı gördüm
ya sen değiştin
sen
sen şiirlerde okuduğum
İstanbul değilsin artık…”

**

Ve
Harun Yiğit duygulu yüreğiyle, çevresindeki kimi olaylardan etkilendikçe sarılır kalemine… Ağıt yakar, türkü yakar… Durduramazsınız onu. Freni tutmaz bir şekilde yaşadıkları üstüne yürür ve yazar…

Nitekim bir şiiri için;

“Kasabamda, mahallede birlikte büyüdüğüm çocukluk arkadaşım, kardeşi tarafından geçtiğimiz günlerde hunharca öldürülen Yılmaz Altın' a yazdığım ağıt”

Der ve girer şiirin görkemli şehrinden içeri…
Der ki:

“Para denen zalim girdi arama
Para için girecen mi kanıma
Gardaşım göz dikmiş kanlı parama
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma

Öz gardaşım bayıltarak dövüyor
Yumrukları yağmur gibi yağıyor
Elleriyle sıka, sıka boğuyor
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma

Yarım canlı vücutumu sürüdü
Börtü böcek halim gördü eridi
Gardaşımın gözünü kan bürüdü
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma

Çocuklarım bensiz yetim kalmasın
Dul kalıp da karım saçın yolmasın
İki yakan bir araya gelmesin
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma

Ölmediğim gördü iyce çıldırdı
Elindeki çekiç ile saldırdı
Şu başıma vura, vura öldürdü
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma

Anam ağlar kara bağrın döverek
Babam ağlar gardaşıma söverek
Cesedimi Yiğit'im der severek
Para için girecen mi kanıma
Kıyma gardaş kıyma benim canıma..”

**

Çocukluk yıllarımı hatırladım “kıyma gardaş kıyma benim canıma” derken Yiğit… Çocukluğumda beni şiir çatısı altına sokan iki büyük kaynak vardı.
Bunlardan birisi Anadolu’ nun “ağıtçı kadınları” ndan birisi olan anneannem Miyase idi.
Köyümde, kasabamda acıklı bir ölüm olayı mı meydana geldi, anne annem gelmeden orada ki, ölü evindeki kadınlar tam manasıyla ağlayamazlardı.
O geldiğinde yaktığı ağıtlarla, o anda söylediği ağıt-şiirle koca bir köyü-kasabayı ağlatırdı. Tutamazdınız kendinizi.. Sonra sonra fark ettim ki, anne annemin bu ağıtları hece vezniyle değil “aruz vezniyle” ağzından dökülüyormuş meğer…

Bir de amcam Ahmet Remzi Ceylan vardı. Halk ozanı… Tarih bilgisi ve kültürü muhteşem bir insandı. Onunda çok güzel şiirleri vardı.
Destan şairiydi. Kasabamda yada ülkemde önemli bir hadise mi cereyan etti, amcamın destanları elden ele, dilden dile dolaşırdı. İşte bu iki kök üzre oluştu şiir ağacımız bizim de…

Bir de;
Harun Yiğit kardeşimin “Kıyma gardaş kıyma benim canıma” diyen yukarıdaki ağıtı, Anadolu köy pazarlarında elinde megafon, boynunda iple bağlı bir tahta ve tahtanın üstünde Ankara’ da yada Kırıkkale’ de matbaada basılmış, çoğu mavi renkteki, ağıt- destan satan, satarken de megafonla ağıdı seslendiren insanları anımsattı bana… Sonra o destan satıcısının koltuğunun arasında Karacaoğlan, Tahir ile Zühre, Hazreti Ali’ nin Kılıcı, Ferhat İle Şirin, Yunus Emre, Köroğlu’ nun kısa hayatı ve şiirleri bulunan küçümen boydaki kitaplar bulunurdu.
Destan almak ve de bir kitap almak için anamdan para isterdim. Yalvarır yakarır, yeminler üstüne yemin eder,”bağı depeceğim, karı küreyeceğim, sınıf birincisi olacağım” der, anamdan kopardığım para ile rüzgâr gibi koşardım pazara. Önce megafonla söylenen ağıdı dinlerdim.
O satıcılar beni bellemişlerdi gayri. Her hafta yada on beş günde bir değişik kitap getirirler ve kimseye vermezler, bana saklarlardı. Anlaşmamız öyleydi onlarla…

Şu işe bakın… Nereden nereye geldim dostlar… Şairimiz Harun Yiğit’ in “ağıt” şiiri beni nereye götürdü…

Etkili şiir böyledir işte… Alır mıknatıs gibi kendine, kendinde çalkaladıktan sonra iner ruh kökünüze ve sizi duman eder…

İyisi mi sözü fazla uzatmadan şairimizin bir şiirine daha kulak verelim.

Yiğit dost diyor ki:

“Issız bir gecede
dağbaşında
kuytu bir yerde
yalnızım.
Karanlığa boğulmuş
uçsuz bucaksız gökyüzü.
Yere dökülmüş
inci taneleri gibi
sere serpe yıldızlar.
Her biri
yanıp sönen bir sevda masalı.

Acılarımı sırtladım
yorgun bedenime yeni bir yük gibi
Yangınlar diyarından geçtim
yüreğim üşüdü
yalnız bir ben vardım orada
bir de hayalin
Acının güçlüğü
ölümün kenarında
yaşamın
yaşamanın güzelliği vardı.

Şafak söküyor
Karatahtada tebeşir yazısı gibi
yok olup gidiyor yıldızlar.
Güneşin
kızılca doğduğu yerde
renklerin oynaşını seyrettim.
mavi bir atlasa döndü gökyüzü
…………………..”

Yalnızlığın dayanılmaz zevkini ıssız gecelerde yaşar şair… Kara tahtada tebeşir yazısı gibi sönüp giden yıldızlar girer şiirine… Hayat ve dünya ikilisinin arasında hasretin ve insancıl hoşgörünün mimarıdır ozan yüreği…

Ve der ki:

“Acı
keder
hüzün
yeni bir günün başlamasıyla
umuda bırakıyor yerini.
Dudaklarımda
tanıdık bir türkü
yüreğimde sen
aklımda hep hayalin vardı.
Bir başka oluyor
seni
seni düşünmenin tadı...”

Genç, dinamik bir şair olan Harun Yiğit’ i anlatmak pek kolay değil… Geleceğe umutla yürüyen bir şairimiz.. En önemlisi de saygı ve sevgi çizgisinden hiçbir zaman ayrılmayan, kendini büyük saymayan ve hayat mektebinde bir talebeyim diyen, çağdaş, akılcı bir dost yürek…
Ben o’ na ve Sabit İNCE üstada takılmadan edemem. Hele internet ortamındaki atışmalarımızın tadı damağımda kaldı. Yakında yeniden başlarız inşallah… Harun, net-atışma adını verdiğim zamanlarda, özlü,ozanca, içli, derinliği ve ufku olan mısralarla cevap yetiştiren bilgisayar dünyamda tanıdığım önemli dostların içinde… O Nazım Hikmet der ben Necip Fazıl… fark eder mi? Ne dersek diyelim…
Ama, bir gerçek var ki, o da kalıcı ve has şiirden yana olmamız… Birbirimizi göstermelik değil, lâf olsun kabilinden sevmemiz değil, özden - yürekten sevmemiz ve güzele, ışığa, aşka ve tasavvufun tefekkür d enizine çağırmamızdır. Güzel olan da bu…

Manzum bir söylem diye başladık, nesri şiirle sarıp dostlara şairimiz Harun Yiğit’ in şiirsel yolculuğunu sunmaya çalıştık. Kusurumuz varsa affola deyip, söylencemizin girişinden birkaç dize ile gülden bir nokta koyalım olur mu?

“Bir güzel gözlüye olurum kurban”
Diyen, Harun Yiğit;
……………………dile bak dile…

Çeşmenin başında Karacaoğlan
Sevdayı haykıran
…………………….tele bak tele…

Gurbetten sılaya akıyor her an
Arı, duru coşan
……………………..sele bak sele…

Yaprağında ateş, başında duman
Yunus Emre kokan
……………………..güle bak güle…

Aşkın deryasına düşüp çırpınan
Bir inip bir çıkan
……………………..ele bak ele


Kimdir acep bunu diyen
Hasret gömleğini giyen?
Diye sormayın bana dostlar…
Anlatmaya çalıştım işte size
Daha nice güzel ilhamlar dilerim
Şairimiz Harun Yiğit’ imize…
Selam bizden cümlenize
Selam bizden cümlenize…
Hazirlayan: Mustafa CEYLAN
Antalya, ocak 2005
 
  Heute waren schon 4 Besucher (4 Hits) hier!  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden